Atatürk’e siroz teşhisi Ocak/1938’de konuyor. Bilindiği gibi siroz karaciğer yetmezliğinin son safhası ve geri dönüşü yok. Halbuki karaciğer hastalığının semptomları teşhisten en az bir sene öncesinden itibaren görülüyor.
1937 yılında yorgunluk ve halsizlik belirtileri, sık sık ateşlenme, zayıflama ve ara sıra burun kanaması geçiriyor. Ekim/1937’da vücudunda ve özellikle ayağında ciddi kaşıntılar oluyor, ki bu da klasik bir karaciğer yetmezliği belirtisi. Ama Çankaya Köşkünü et yiyen karıncalar basmış ve bunlar o yüzden oluyor diyorlar ve köşkü çadıra alıp 48 saat boyunca ilaçlıyorlar. Karıncalar ölüyor ama Gazi’nin sıkıntıları geçmiyor.
Atatürk’ün son ayları gerek siroz hastalığı ve gerekse aldığı ilaçların ağır yan etkileriyle çok sıkıntılı geçiyor. Birkaç defa komaya giriyor, bilinci ve hafızası gidip geliyor ve vücut fonksiyonlarını düzenli olarak yerine getiremiyor.
Siroz İbni Sina zamanından beri bilinen ve basit bir muayeneyle teşhis edilebilen bir hastalıktır. El ile karaciğerin üzerine bastırılır ve bir sertlik hissedilirse bu karaciğer yetmezliğine işaret eder.
Etrafında o kadar doktor olmasına rağmen hastalık teşhisinin bu kadar geç konması hayatın normal akışına uygun değil. Zaten kendisi de manevi kızı Afet İnan’a Haziran/1938’de yazdığı mektupta “doktorların yanlış görüş ve hükümleri sebebiyle” hastalığının durmadığını ve ilerlediğini yazmış. O yüzden Atatürk’ün genç denebilecek yaşta ölümünün şaibeli olduğunu düşünüyorum.
02-08-2018