Fransız bir tarihçinin tarih kitabı yazdığı bir esnada evinin önünde bir kavga olur. Merak edip sokağa çıktığında kavga bitmiştir. Önce sokak bekçisine ve ardından olaya şahit olan birkaç kişiye kavganın nedenini sorar. Her sorduğu kişi farklı birşey anlatmıştır. Evinin önünde biraz önce olan bir olayı anlamakta güçlük çekerken yüzlerce önce vuku bulmuş olayları anlamanın ne kadar zor olduğunu farketmiş ve bu olayı yazmakta olduğu kitabın önsözüne kaydetmiştir. Tarih yazmak, tarihi filmler yapmak veballi iştir; özellikle biz müslümanlar için. Çünkü ölünün de hakkı vardır ve hakkını ahirette soracaktır.

Bu girizgahtan sonra neden bu yazıyı kaleme aldığımı anlatayım. Geçenlerde Netflix’te İstanbul’un fethini anlatan belgesel filmi “Rise of Empires: Ottoman” izledim. Filmde birçok bilgi, görüntü, dekorlar, kıyafetler vesaire gerçeklerle örtüşür iken bazı şeylerin eksik bırakıldığını, bazı olayların da çarpıtıldığını farkettim. Bunlardan en azından birinin bilinçli olarak yapıldığı kanaatindeyim.

Belgeselde Fatih’in akıl ve manevi hocası olan Akşemseddin’e yer verilmemiş. Filmi yapanların çoğunun Türk ve Akşemseddin’in herkesin bildiği bir karakter olması hasebiyle unutulmuş olması mümkün değil. O zaman sebep ne diye düşünmeden edemedim.

Filmde Bizans kralı ve halkı dindar ortodoks ve kahraman olarak gösteriliyor. Fatih ve Türkler ise kurnaz, çocuklarını kırbaçlayan, rüşvet alıp/veren, savaş sever, çıkarcı vesaire negatif özelliklerle anılıyor. Ama bunu öyle çaktırmadan yapmışlarki filmi seyredenlere neredeyse “Fatih İstanbul’u almak uğruna Bizanslılara zülüm yapmış” dedirtecekler. Halbuki Bizanslıların Ayasofya’yı neredeyse bir umumhaneye çevirecek kadar dinden uzaklaştıklarından bahsetmiyor. Aslında bahsetse filmin son bölümünde meleklerin Ayasofya’yı terkettiği sahne mana bulacak.

Eğer Akşemseddin’den bahsetse Türklerin Allah’a olan bağlılıkları, dine olan saygıları ve hadiste belirtilen müjdeyi yerine getirebilmek adına nasıl coşkuyla savaştıkları anlam bulacak.

Belgesel filmleri, hatta tüm tarihi filmleri izlerken anlatılanların tamamen gerçek olamayacağını, yapımcıların (yani filme para yatıran patronların) ve yönetmenin ideolojilerini yansıtacağının, ticari kaygılarla tarihin tahrif edilebileceğini bilerek izlemek gerekir. İzlemeyelim demiyorum. Ama seyrettikten sonra en az birkaç kritik okuyarak veya izleyerek daha net bilgiye sahip olmak lazım. Artık bilgiye ulaşmak bir klavye ötemizde. Bu kolaylıktan istifade edip kendimizi devamlı geliştirelim. Biliyorsunuz çağımızın hastalığı Alzheimer’a karşı doktorların en çok önerdiği yöntem araştırmak ve aklı meşgul tutmak.

Please follow and like us:

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

error

Enjoy this blog? Please spread the word :)

  • Follow by Email
  • Facebook
  • Twitter