Gıda tüketmek hayatımızın en önemli dürtülerinden biri çünkü susuz en fazla 3-4 gün, gıdasız en fazla 3 hafta yaşayabiliyoruz. Artık avlanmadığımız ve köylerde yaşayıp ne varsa onu yemediğimiz için gıdamızın başkaları tarafından hazırlanması gerekiyor. O yüzden 7 milyar müşterisi olan ve yılda 10 trilyon $ hacmi olan kocaman bir gıda ve tarım endüstrisi var.
Kuran’daki Kehf Suresinin 19. ayetinde, mağarada 300 küsür sene uykuda kaldıktan sonra uyanan Ashabı Kehf’ten birisinin diğerlerine şöyle dediğini kaydeder: “Şimdi siz, içinizden birini şu gümüş paranızla şehre gönderin de baksın, şehrin hangi yiyeceği daha temiz ise size ondan erzak getirsin”. Bu ayette “daha temiz” denerek daha güzel görünen veya daha lezzetli olan değil, daha temiz olanın getirilmesi isteniyor. Kuran’ın her asra hitap ettiğini çok iyi biliriz. Bu asırda ‘daha temiz’ tamlamasının karşılığı daha GDO’suz, hormonsuz, daha az tarım ilaçlı, daha az veya sıfır katkı maddeli ürünler olduğunu düşünmek doğru olacaktır.
GDO, yani ‘genetiği değiştirilmiş organizma’, bir canlının genetik özelliklerinin laboratuvar ortamında değiştirilmesiyle elde ediliyor. Bu şekilde gıdalar böcek gibi çeşitli canlılara karşı dirençli hale gelirken tadı, kokusu, büyüklüğü, rengi farklılaşıyor. GDO’lu tarımsal üretimin ana amacı daha fazla verim ve gelir elde etmek. İlk GDO’lu ürün olan Flavr Savr domatesi 1994’te A.B.D.’de halka sunulmuş ve o günden beri hayatımızda. Dünya genelinde çoğunlukla buğday, mısır, çilek, kiraz, domates, yer fıstığı, pirinç, patates, havuç gibi gıdalarda GDO bulunuyor. GDO’lu besin üretimi Türkiye’de yasak ama bu ürünler yine de yurt dışından aldığımız besinler ile geliyor.
Biliminsanları GDO’lu ürünler yüzünden tüm dünyada hastalıkların arttığı konusunda hemfikir. Örneğin son 10 yılda diyabet hastası sayısı yaklaşık yüzde 100’lük artış göstererek %7,6’dan %13,4’e çıkmış. Kısırlık öyle artıyor ki 2050 yılında neredeyse tüm çocukların tüp bebek yöntemi ile dünyaya geleceği söyleniyor. Gıda alerjileri, obezite, otizm, sindirim problemleri ve diğer rahatsızlıklar da bariz artışlar gözlenmiş.
Aslında GDO’lu ve Hibrid tohumların doğal tohumlara göre çok daha fazla ekilmesinin sebepleri ve sonuçları şöyle sıralanabilir:
- GDO’lu tohumlardan elde edilen rekolte doğal tohumların ürün rekoltesinin çok daha üzerinde, çok daha dayanıklı ve çok daha ucuz. Dolayısıyla çiftçi daha karlı olan GDO’lu tohumu seçiyor.
- Hibrid tohum ise yapay döllenme ile elde ediliyor. Melez tohum, yani saf hat bir anne ile saf hat bir babanın melezi olduğu için, çiftçi bu tohumu tarlaya ekip kendisi tohum almaya kalktığı zaman, bu tohum ya annesine ya da babasına dönüyor. Dolayısıyla çiftçiler aynı mahsülü almabilmek için tohum üreticisi firmadan yeni hibrid tohum almak zorunda.
- Kullanılabilir tarım alanı ve tatlı su kaynakları ciddi olarak azaldığı için aynı toprak ve su ile daha fazla mahsul almak gerekiyor.
- Dünya nüfusu inanılmaz hızda arttığı için gıda tüketimimiz de artıyor. Daha çok mahsül veren GDO’lu ve hibrid tohumlar bu artan ihtiyaca çözüm oluyor.
Peki bizler kutsal kitabımızda bahsedilen “daha temiz” ürünleri nereden alacağız ve en önemlisi öyle olduklarından nasıl emin olacağız. İşte burada T.C. Tarım ve Orman Bakanlığının yetki ve yaptırım gücünü kullanarak tüm gıda ürünlerin üzerinde ne tür katkı maddeleri ve hormonları, kullanılan gübrelerin listesini, organik veya GDO’lu olduğunu ve yan etkilerini içeren etiketler olmasını zorunlu kılmalı.
Epigenetik bilimi uzmanlarına göre bir insanın genleri yaşadığı hayata ve çevreye göre değişime uğruyor ve neslinden gelenlere bu değişim gen yoluyla geçiyor. Yani bizler sağlıklı yersek neslimizden gelenler de bundan istifade edecek. Kendimizi düşünmüyorsak neslimizi düşünelim. Eğer yediğimize içtiğimize dikkat etmezsek, sağlığımızı geri dönüşü olmayan bir şekilde kaybedebiliriz. Zaten sağlık yoksa yaşamanın ne albenisi var!